Ayçiçeği neden yüzünü güneşe döner ?
Bir zamanlar, kayalıkların korunaklı bir köşesinde yaşayan küçük, zarif bir papatya varmış. Etrafında her bahar, ballıbabalar, katırtırnakları ve mavi mine çiçekleri açar, sabah güneşiyle birlikte hepsi canlanarak gökyüzüne neşeli şarkılar söylerlermiş. Bu çiçekler, birbirine bağlı, dost canlısı ve huzur içinde yaşayan bir topluluk oluştururmuş.
Günler günleri kovalamış, mevsimler değişmiş. Bir gün, küçük papatya, her zamanki gibi sabah güneşiyle uyanmış, ancak o sabah diğer sabahlardan farklıymış. Normalde canlı ve enerji dolu olan papatya, kendini halsiz, solgun ve güçsüz hissetmiş. İncecik sapı rüzgarın hafif esintisiyle bile kırılacak gibiymiş. “Belki de dün gece yağan şiddetli yağmurun etkisindendir,” diye düşünmüş. Tam o sırada, yakın arkadaşı ballıbabanın bitkin halde toprağa serildiğini görmüş. Endişeyle ona seslenmiş: “Ne oldu sana, neden bu halde yatıyorsun?”
Ballıbaba, papatyanın sesini duyunca güçlükle başını kaldırmış. Gözlerinden yaşlar süzülüyormuş. “Sevgili papatya,” demiş üzgün bir sesle, “Beni merak ediyorsan, diğer arkadaşlarımızın durumuna bakmalısın. Hepimiz perişanız. Dün gece yağan yağmur o kadar şiddetliydi ki toprağımızı söküp götürdü. Köklerimiz açığa çıktı ve bu şekilde hayatta kalmamız mümkün değil. Yavaş yavaş ölüyoruz.”
Papatya, duyduklarına inanmakta zorluk çekmiş, etrafına bakınmış ve gördükleri karşısında yüreği sızlamış. Tüm arkadaşları, birer birer topraklarından kopmuş, cansız bir şekilde yatıyorlarmış. Papatya, kendi durumunu düşünmüş: “Ama ben neden hala dimdik ayaktayım? Benim köklerim neden yerinden çıkmadı?” O sırada, mavi mine çiçeği zayıf bir sesle ona cevap vermiş: “Senin koruyuculuğunu yapan büyük bir kaya var. O kaya seni şiddetli yağmurlardan, fırtınalardan korudu. Ama bizlerin böyle bir koruyucusu yoktu. Artık sonbahar geldi ve bu yağmurlar daha da şiddetlenecek. Bizim için artık kaçış yok. Elveda, sevgili papatya.”
Papatya, dostlarının bu acı vedasını kabul edememiş. Onları kaybetmek istemiyormuş. Gözyaşlarıyla dolu bir sesle: “Hayır! Sizi kaybedemem! Eğer ben gelecek baharda burada olacaksam, sizler de benimle olmalısınız!” diye haykırmış. Mavi mine hüzünle başını sallamış: “Bu imkansız, papatya. Bizler ölmek zorundayız.” Ancak papatya, umutsuzluğa kapılmamış, kararlı ve inatçı bir sesle: “Birlikte yaşamanın bir yolunu bulacağız,” demiş. “Tohumlarınızı bana verin, onları kış boyunca güvenle saklayacağım. Gelecek yıl hep birlikte yeniden filizleneceğiz.”
Arkadaşları önce bu fikre inanmakta zorluk çekmiş, ama papatyanın kararlılığını görünce tohumlarını ona emanet etmeye karar vermişler. Papatya, dostlarının tohumlarını büyük bir özenle toplamış. Onları kendi gövdesine yapıştırmış, kökleriyle toprağa daha sıkı sarılmış ve tüm gücüyle çalışmaya başlamış. Zorlu kış boyunca, papatya köklerini derinleştirmiş, gövdesini kalınlaştırmış ve yapraklarını genişletmiş. Yağmurların, rüzgarların ve karların hırçın saldırılarına karşı dayanmış, dostlarının tohumlarını korumak için büyük bir çaba göstermiş. Gözlerini sürekli gökyüzünde, güneşin yeniden doğmasını beklemiş. Güneşi ne zaman görse, yüzünü ona çevirmiş, ısısını hissetmek istemiş.
O sert ve soğuk kışı atlattıktan sonra, baharın ilk sıcak güneş ışıkları toprağa düştüğünde, papatya artık eskisinden çok farklıymış. Artık o bir papatya değil, kocaman ve güçlü bir ayçiçeği olmuş. Geniş yaprakları, güneşi izleyen yüzü ve sağlam kökleriyle dimdik ayaktaymış. Tüm kış boyunca sakladığı tohumlar zarar görmemiş, hepsi sapasağlam onunla birlikte yeni bir hayata başlamış. Bu fedakar çiçek, sadece kendini değil, dostlarını da kurtarmış. O günden sonra, ayçiçeği hep güneşe doğru dönermiş, çünkü güneş ona sevginin, dostluğun ve yaşamın ışığını hatırlatırmış.
Ayçiçeği, dostluğun, fedakarlığın ve sevginin ölümsüz simgesi olarak yaşamına devam etmiş. Onun hikayesi, dünyanın dört bir yanında anlatılır olmuş. Çünkü onun fedakarlığı, dostlukları korumak için gösterdiği azim, hepimize ilham vermiş. Güneş, ayçiçeğinin en sadık dostu olmuş; her sabah doğarken ona umut, sevgi ve yaşam vermiş. Ayçiçeği ise her sabah yüzünü güneşe çevirmiş, dostlarının yanında olduğunu bir kez daha hatırlamış. Çünkü dünyayı ve yürekleri aydınlatan güneş, sevginin ta kendisiymiş.