Muhammed BOZDAĞ

Televizyon esaretinden korunan, hayatın özgürlüğüne uçar

Televizyon esaretinden korunan, hayatın özgürlüğüne uçar

Televizyonun ömrünüze, yeteneklerinize, zekânıza, ilişkilerinize, başarınıza, maddi ve manevi sağlığınıza ve maneviyatınıza ne büyük etkileri olabileceğini hesapladınız mı? Televizyon esaretine karşı kendinizi ve ailenizi koruyucu bir program geliştirdiniz mi?

İki sınıf insan vardır: Yönetenler ve yönetilenler; özgürler ve esirler; başaranlar ve başaramayanlar, üretenler ve tüketenler; capcanlı yaşayanlar ve hayali yaşayanlar… Hepimiz değişen rollerimize göre az çok bu ikililerin iki tarafı arasında gider geliriz. Şu var ki kim daha çok televizyon izliyorsa o daha çok ikinci sınıfta kalmaya zorlanıyor. Nedenlerini konuşacağız:

Önce sizi çocukluğuma götüreyim. 1970’li yıllardayız ve henüz ilkokula başlamadım. Köyümüzün ormanlarında ve tarlalarında gezindikten sonra hava kararınca eve geldim. Çevre sessiz ve mahallede kimse yok. Köye elektrik gelir gelmez bir komşumuz televizyon almış. Bütün mahalle komşunun evinde televizyon izliyor. Bende gittim ve şaşkınlık içerisinde o siyah beyaz ekrana bakıyorum. Gönümüze göre çok masum giyimli bir kadın çıktı ve şarkı söylemeye başladı. Aniden “Kapatın şunu!” sesleri yükseldi. Televizyonu kapattılar. Bir süre beklediler, şarkının bittiğine kanaat getirince televizyonu yeniden açtılar.

Bugün bu olay üzerinden neredeyse kırk yıl geçti. Eğer rating ölçümleri doğruysa bırakın böyle bir keskin hassasiyeti, yüz televizyonun ellisi, yatak odası davranışlarının canlandırıldığı dizilerin en galiz sahnelerini merakla izlemiş. Biz bu hale nasıl geldik?

Haşlanmış kurbağa deneyini duymuş muydunuz? Kurbağayı önce ısıtılmış su dolu tepsiye atarlar; kurbağa ısının acısıyla derhal zıplayıp kurtulur. Sonra kurbağayı ılık su dolu tepsiye usulca bırakırlar. Alttan yavaşça ısıtırlar. Kurbağa sıcağa sakince alışır, gevşer, hoşlanır, iyice yayılır, kendini bırakır. Giderek ısı canını yakmaya başlar; ama kurbağa o kadar güçten düşer ve çöker ki, zıplamaya gücü yetmez, suyun içerisinde diri diri pişer. Televizyonun ahlakımıza, değerlerimize, hayatımızın anlamına, ebedi hayatımıza yaptığı tam olarak buna benzemiyor mu? Örneğin televizyon;

-Ömrü boşa harcatmıyor mu? Dünyada tv izleme ortalaması günde üç saatin ve Türkiye’de dört saatin üzerindeymiş. Günde dört saat televizyon izlemeye üç saat de internet ve benzeri boş oyalanma eklense, eder yılda üç bin saat. Bu şekilde altmış yıl yaşayan insanın yirmi yılı uykuda, yirmi yılı da ekran karşısında geçmiş olmuyor mu? Ömrün üçte birini çalan ekran, karşılığında ne veriyor? Dünyaya veya ahırete dair boş, üzücü ve ümit kırıcı hayalden başka ne satıyor?

-Yetenek gelişimini yavaşlatmıyor mu? Geleceğimizin teminatı genç öğrenci, on parmak yazmayı öğrendi mi? Yabancı dil öğrendi mi? Şu veya bu yeteneği geliştirdi mi? Hayır mı? Çünkü zamanı mı yoktu? Pekâlâ, on parmak yazmayı öğrenmek için gereken süre otuz saat. Yabancı dil, altı yüz saatte harika öğrenilir. Yalancı televizyona yıllarını harcayan insanın, kolay yetenekler için saatler bulamaması mantıklı mı?

-İşsizliği körüklemiyor mu? Lise’deyken yaz tatilinde iş bulmak için gittiğim Rize’de iş istediğim bir lokantacı elime kepçeyi verdi ve yemeği karıştırmamı istedi. Kepçeyi daldırdığım gibi yemeği taşırdım. Bana “Uşağum sen çok hamsun!” dedi. Sağ olsun yine de çorba içirdi ve gönderdi. O gün yeteneğin önemini kavradım. Bir ustanın, kursun, eğitimin, egzersizin azimli çarkından geçmeden yetenek gelişebilir mi? Ömrünün müsait zamanlarını televizyon karşısında tüketenin yetenek geliştirmeye zamanı olabilir mi? Teknoloji gelişti ve artık tarım toplumu değiliz. İşsizlik yüzde on civarında olmasına rağmen firmaların çok fazla nitelikli eleman açığı var. Müsait zamanlarımızı ekrana değil yetenek geliştirme çalışmalarına harcamalıyız.

-Zekayı çökertmiyor mu? Bir öğretmen akrabamdan dinlemiştim: Çocuğu sınıfının birincisiyken, televizyon aldıkları yılın sonunda eve üç zayıf getirmiş. 1993 yılında Türkiye’deki büyük gazetelerden kestiğim bir kupürde aynen şöyle yazıyordu: “Alman beyin antrenman kurumu başkanı Prof. Bern Fishner, ‘Birkaç saat tv izlemenin beyinde oluşturduğu tembelliğin giderilmesi için bir iki hafta zihin egzersizi yapmak gerekir.’ dedi.” Bu söz bir abartı gibi gelse de doğruyu ifade ediyor. Çünkü tv izlerken insan hipnotize olmuştur, aktif düşüncesini devre dışı bırakmış, beynini çoğu aptalca ve gerçeklerle bağdaşmayan görüntülere, olaylara, ilişkilere teslim etmiştir.

-Konuşma becerisini bozmuyor mu? Konuşmayı geliştirmenin zorunlu şartı önce dinlemek ve sonra da konuşmaktır. Beynin konuşma merkezini geliştirmenin tek yolu bolca konuşmaktır. Ne kadar çok konuşursanız o kadar seri konuşursunuz. Ekran karşısında yıllarca ve sadece dinleyerek zaman geçiren insanın beynindeki duyduğunu anlama merkezi belki güçlenir; ama hissettiğini dile dökme merkezi küçük kalır. Toplumda konuşamayan, kendini ifade edemeyen insanların giderek artmasında, aile baskısının yanı sıra televizyonların büyük payı var.

-İnsanları yalnızlaştırmıyor mu? Yalnızlığı gidermenin esas yolu insanlarla hoşsohbet, uyumlu, saygılı, empatik, eğlenceli iletişim kurabilmektir. İnsanlar büyüklerin hayat hikâyelerini dinleyerek deneyim biriktirir. Televizyon neslinden kaç kişi babalardan askerlik hatırası, ninelerden masallar, annelerden dersler dinleyerek büyüme şansına sahip olabiliyor? İnsanlar ancak konuşarak kaynaşır, konuşarak beyinlerini geliştirir, girişimciliklerini ve cesaretlerini güçlendirirler. Televizyonun hâkim olduğu evde, aynı salonda, aynı ekranın karşısında ağızları bıçak açmıyor. Televizyonun yeri ne kadar büyüyorsa aile içi muhabbet o kadar küçülüyor. Dudaklar kapalı ve gözler ekrana kilitlenmiş. Eşler birbirleriyle, çocuklar anne-babalarıyla sohbet edemiyor. Giderek konuşamayan, uyum sağlayamayan, yalnızlaşan bireylere dönüşüyoruz.

-Nikah edebini mahvetmiyor mu? Dikkat buyurunuz: Yüzyıl önce Hıristiyanlarda da boşanmalar binde birlerin altındaymış. Bugün Batı’da cinsel sapkınlıkları patlatan ve evliliklerin yarısını boşanmayla sonuçlandıran şey neyse, biz de o yolda ilerliyoruz.

Amerikalı yazarlar Nena ve George O’neill Türkiye’de 1974 yılında yayınlanan Açık Evlilik isimli kitaplarında ülkelerindeki boşanma patlamasının nedenini açıkladılar. Meğer Amerika’da sinema sanatçılarının evlilik dışı ilişkileri ve babasız çocuk yetiştirmelerinin övülmeye başlaması ve cinsel bilinçlenmenin medya üzerinden topluma pompalanmasından sonra boşanmalar bindelik sınırından ürpertici düzeylere çıkmış.

Televizyon ne yapıyor burada? Şu çıplak vücutlar üzerinden eşya pazarlayan reklâmları düşünün. Şu nikâhı zina kadar çirkin, zinayı nikâh kadar kutsal gösteren televizyon dizilerini aklınıza getirin. İnsanın çocuklarının yanında bile giymeye utanacağı kıyafetlerle milletin huzuruna çıkanların yaptığını analiz edin.. Hepimiz bu fecaatlere ilk sıralar tepki gösterirdik. Çocuklarımızın yanında o reklâmları izlerken utandık, o cinsellik fışkıran sahnelerin aileye yaptığı telkinden tiksinip kanalı değiştirdik, şikâyet ettik. Gerçi şikâyetin gereğini yapabilen mi var? Televizyon orada açık durdukça giderek artan oranda haşlanmış kurbağalara dönüşmüyor muyuz? Milli değerlerimize en saygılı bildiğimiz kanallarda bile en umulmadık anlarda tuzağa düşürülmüyor muyuz?

Televizyon, sosyal soruları ekrana kısmen yansıtıp bunun üzerinden dini, ahlaki, sosyal, psikolojik, hukuki ve vicdani kanallardan tamirler yapmaya çabalarsa yararlı olabilir. Ancak ölüm, ahlaksızlık, zina reklâmı yapan, suçluları kahraman gösteren, aile kurumuna saldıran ve toplumu aşağılayan yerli ve yabancı yapımların hiçbir yararı olamaz.

-Maneviyatı çökertmiyor mu? Biz anne babaya saygının, Allah’a kulluğun ve ahireti hedeflemenin esas olduğu muhteşem bir manevi medeniyetin mensuplarıyız. Kendi ailemizde çocuk bilincini erken yaşta bozma tehlikesini algılayarak, çocuklarımızı korumayı amaçladık. Diğer kanalları kapattık ve bir çizgi film kanalına abone olduk. Çok geçmeden çocuklar daha da asi ve saygısız davranmaya başladı. Şaşkına döndük. Bunun üzerine çaktırmadan çizgi film kanalında yayınlanan programları takip ettik. Büyücüler, tanrısal güç atfedilen adamlar, büyüklük rollerine bürünen küçükler, çok tanrılı anlayışlar.. Masum sandığımız bu çizgi filmler meğer çocuklarımızı putperest, büyücü, hayalci yapmaya çalışıyor. Erken yaşta bilinç altına ekilen bu fikirler ömür boyu hayatlarını yönetecek. Dehşete kapıldık ve çocuklara başka alternatifler bularak televizyonu kaldırdık.

-Maddi ve manevi sağlığı bozmuyor mu? Ekran karşısında saatlerce hareketsiz beklersiniz. Hele de memursanız, hayatınız gündüz masada, akşam koltukta ve ardından yatakta geçiyorsa sağlığınız çökmez mi? Atalarımız günde on-yirmi kilometre yürürmüş. Vücudumuz harekete göre yaratılmış. En sağlıklı vücut düzenli hareket eden vücuttur. İnsanın adeta zindanda elleri, ayakları zincirlenmiş gibi ekran karşısında hareketsizce ve saatlerce durması tam bir hipnotize olmuşluktur. O hareketsizlik hızla organları çökertiyor, canı sıkılan bir şeyler yiyor ve aldığı enerjiyi yakamıyor. Obezite ve türlü türlü hastalık birbirini izliyor. İzlenenlerin beyinde yaptığı tahribat bir yana, insanı içine kapanık, iletişim kuramayan, maneviyatı çökük bir güçsüz haline getiriyor.

-Hayalciliğe sürüklemiyor mu? Vur patlasın çal oynasın anlayışındaki bir hayat içinde bugün onunla yarın bununla yaşayan, hayatın gerçeklerinden uzak süslü, gösterişli model kahramanlar üzerinden boş bir hayalcilik üretmiyorlar mı? Ekrandan telkin edilen hayatın toplumsal gerçeklikle ne kadar alakası var? Çevremiz çileli, aç, yorgun, sevgiye, şefkate muhtaç insanlarla dolu. Çocuklarla, hastalıklarla, yaşlılarla, çilelerle geçen bir hayat üzerinden ahirete hazırlanıyoruz. Ekranlar ise genelde sanki ahiret yokmuş, sanki insan çileli bir imtihandan geçmiyormuş gibi ütopik manzaralar sunuyor. Bu hayalcilikten başarıya nasıl sıçrayacağız?

Şu halde televizyona karşı ne yapacağız? Öğrenim hayatım boyunca şükür ki yıllarca televizyon izlemedim. Lakin gün geldi, ziyaretime gelen rahmetli babam, ben işteyken evde sıkılmasın diye televizyon aldım, babam gidince sattım. Böyle birkaç alış-satıştan sonra aldığım son televizyonu artık satamadım. Ben de, eşim de çocuklar da yıllarca izledik.

Televizyon evimize girdikten ve izlenmeye başladıktan sonra eser üretme becerim çöktü. Kitap için günde yarım saat bile yetecekken, akşamları saatlerimi televizyona yedirdim. Evde ne zaman televizyon izlense ruhani iklimin uzaklaştığını görüyordum.

Çoğunluğu facia olan dizilerden kaçıyor, doğayı tanıtan veya eğitici gördüğüm belgeselleri izlemeye çalışıyordum. Lakin onlar da lafın bir yerinde konuyu evrim teorisine getiriyor, imanıma zehirli bir hançer yiyordum. Nasip olduğunda ben de ekrana çıktım ve dolaylı yollarla bu tahribatı tamir etmeyi amaçlayan sunumlar yaptım. Lakin gördüm ki, mevcut şartlarda televizyonun yirmi faydası varsa seksen zararı var. Bu yüzden gerekmedikçe ve özellikle zararlı yapımları izlememek için elimden geleni yapıyorum. Zaten insanın büyük idealleri ve çalışmaları varsa televizyona harcanacak bir dakika bulamaz.

Kanalların hepsi mi zararlı? Elbette topluma hizmete çalışan kanallar var. Ancak bilhassa ulusal çapa çıkınca, izlenirlik yakalayabilmek için hemen her kanal zararlı bir şeyler içermeye başlıyor. Yukarıda sayılan zehirlerin tümünden muaf hangi kanal var? Kimi kalbimizde atom bombası gibi patlamakla birlikte hemen hepsinin az çok bir zararı görünmüyor mu?

Öyleyse kendi geleceğinizi kurtarın: Kendinizle, ailenizle, çevrenizle ve Allah ile ilişkinize ve ahiretinize acıyın ve kararınızı verin:

-Mümkünse televizyonu kaldırmayı seçin. Yerine aile içi etkinlikler, oyunlar, sohbetler, okumalar, ziyaretler, misafir ağırlamalar, sosyal etkinlikler doldurmayı tercih edin. Böyle bir hayat çok canlı, cesaretlendirici, geliştirici ve heyecanlı olacaktır.

-Başaramıyorsanız ve ille de izleyecekseniz, çocuklar için değerlerimize saygılı bulduğunuz bir çizgi film kanalıyla sınırlı tutun. Gerekirse siz de o kanalla yetinin. Diziler, yabancı filmler ne kadar heyecanlı ve sürükleyici olsa da içerisinde facialar barındırıyor. Heyecan arıyorsanız dış dünyayı gezintiye çıkın, çevreye açılın, gerçek güzellikleri yaşayın, maneviyata tutunun ama ekranın boş hayalleriyle ilgilenmeyin. Aşırı zararından emin olduğunuz belli kanallara kesin tavır koyup programdan silin. Diğerlerinde de bilgi ve görgü arttırıcı nitelikli olanlarla sınırlanın.

Televizyonun zararından korumak isteyen, 1) asla bağımlısı olmamalı, 2) zararlı yapımları bir dakika bile izlememeli, 3) yararlı bile olsa ekranı bir saatle sınırlamalı, 4)büyük idealleri olansa hiç televizyon izlememelidir.

Ekran karşısında zap yaparken her zaman şunu düşünebilirsiniz: Bu ekranda merakla baktığım şeyin verdiği mesajdan Allah ve melekleri razı mıdır? Bu izlediğimden amaç maneviyatımın aşağılanması mı yüceltilmesi midir? Bu yaptığım şey beni ve ailemi Allah’a mı şeytana mı yaklaştırıyor? Bu yaptığımın dünyama veya ahiretime maddi ve manevi bir faydası var mıdır? Peygamberimiz (asm) olsaydı şu anda benim yaptığımı yapar mıydı? Diriliş günü ilahi huzurda bu yaptığım bana sorulunca açıklamaktan utanacak ve üzülecek miyim?

Sonra da kararınızı verin: Televizyon esaretinden korunun ve hayatın özgürlüğüne uçun!

Televizyon esaretinden korunan, hayatın özgürlüğüne uçar – Dr. Muhammed Bozdağ yazısı

Televizyon esaretinden korunan, hayatın özgürlüğüne uçar
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Dostkelimeler ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Sosyal Medyada Takip Edebilirsiniz...