Bir İbret ve Hikmet Öğretisinin Perdesi Olarak Sinema
Sinema, günümüzde Allah’ın Rab sıfatıyla tecellisinin farklı bir görünümüdür. Bazen hikmet, bazen ibret, bazen nefret uyandıran, negatif veya pozitif yönde insanı kuvvetle etkileyebilen değişik bakış açılarını aksettirebilmektedir. Aslında, görmeyi bilen göz için, Allah’ın bu âlemde kadîminden (ezelinden ve ebedinden) âşikâr ettiği hādisler (sonradan olan hadiseler); hakikaten Allah’ı tanımak ve bilmek için yegâne fırsattır. Sosyal bilimlerin sadece insanın yapısında görmeye çalıştıkları Yaratan, aslında mutasavvıfların dedikleri gibi kâinattaki her zuhur ile kendini âşikâr etmiştir. Sinema ise bu aşikâr edişin belli bir yorumla bize sunulmasıdır. Her filmde bir hikmet görebilmek ârifin işidir. Açık saçık-gayri ahlâkî bile olsa her çeşit film ve romandan pek çok dersler aldım… ‘Dünyada benim gibi olmayan, ama sanatçının büyüklüğünü gösteren ne kadar farklı yaradılmış varmış’ diyen, bir Allah velisi tanımıştım.
Sinema, kitap gibi insana kendi hayat hikâyesini okur, beyazperdedeki aynada kendi hâlini seyreden insan, başkasına gülüyor ya da ağlıyormuş gibi hisler duyar. Her devirde, insan, yaradılışın ve devrin ilmine göre farklı filmlerden zevk almıştır. Bugün ‘Matriks’ ile Allah’ı bulan insanlar, annelerimizin devrinde ‘Casablanca’daki fedâkârlıkla, ‘Rüzgârlı Tepeler’deki nefretle, ‘Elmacı Kadın’daki yardımlaşma ile, ‘Bebek Jane’e ne oldu?’daki Allah’ın Celâl tecellîsinin yüceliğiyle Yaradan’ı hissettiler. Ben çocukluğumun bu çok tesirli filmlerinden değil de tasavvuf çalışmalarımın bazı devirlerinde beni etkileyen 1-2 filmden bahsetmek isterim.
Negatif yöndeki muazzam tesiriyle ‘Kuzuların Sessizliği’ Allah’ın Kādir sıfatındaki yüceliği gösterdi bana. Şakî ve saidin yani iki zıt kutupta bulunanların dehāsını ve bu iki dehā arasındaki ince çizgiyi ortaya çıkardı. ‘Always’de Spielberg tasavvufta öğrendiğim şeylere parmak basarak gönlümün içindekileri perdeden bana gösterdi. ‘Matriks’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ nefsimle olan savaşımda nefsimin ölümsüz bir düşman olduğunu ve ömürlerin sadece bu savaşla geçtiğini hatırlattı.
Ama şunu söylemeliyim ki beni en etkileyen film ‘Şeytanın Avukatı’dır. Al Pacino’nun son derece sevimli hale getirdiği şeytan, İslâm’da iman ettiğim şeytanın ayna olduğu ve sen çirkinsen çirkinliğini, güzelsen güzelliğini ortaya çıkardığı gerçeğini bana seyrettirdi. Bütün ömrümce makamların en yücesi olan hiçlik, yokluk ve kulluk makamına yükselmenin hayaliyle yaşarken, ‘bal tutan parmağını yalar’ sözünde belirtildiği gibi bir anlık gafletle makamların en aşağısına inebileceğini görmenin dehşetini yaşattı.
Sinema, insanı kolaylıkla kendi hakikatine, hata ve doğrularına iletebilir. Gülün güzelliğini âşikâr eden, gülü görmeyi becerebilen gözdür. Filmlerdeki mânevi mânâları idrâk etmek seviyesine ulaşabilene ne mutlu…
CEMALNUR SARGUT YAZILARI