Ahlâk
Ken’an-er Rifai, “Din nedir?” sualini “din ahlâkdır” diye cevaplandırmış “Niçin şaşıyorsun? Resûllûllah da her dinin bir ahlâkı vardır, müslümanlığın ahlâkı ise haya ve edebdir diyor” diye ilâve etmişti. Aynı suali müslümanlığa muarız bir kimse Hazret-i Muhammed’e sorduğu zaman o da “din güzel ahlâkdır” diye cevaplandırmıştı. Ahlak dinin temelidir. Velhasıl Ken’an-er Rifai’ye göre din güzel ahlaktır.
*
_Mekarim-i ahlak, ahlak güzelliği nedir?
_”İnsanların, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarıyla sıfatlanmaları lazımdır. Mekarim-i ahlak, insana izzet ve şeref getiren ahlak demektir. Yaratılıştan gaye mekarim-i ahlaktır. Onun için Resûlullah Efendimiz: Ben mekarim-i ahlakı tamamlamaya ve yaymaya gönderildim,buyuruyor.
Demek oluyor ki, İslamiyette ahlaka kıymet pek büyüktür. Allah indinde en şerefliniz müttaki olanınız, yani günahtan sakınanınız, takva sahibi olanınızdır, buyurulmasından maksat, mekarim-i ahlaka sahip olmak demektir.
Mekarim-i ahlaka sahip olmayan bir fert de bir cemiyet de yıkılmaya yüz tutmuş demektir.
Mekarim-i ahlakın bir başı bir de sonu vardır. Başı, niyet selametidir. Niyet selametinin felsefi ifadesi, fayda ve zarar endişelerini şahsi endişelere hasretmeyip, başkalarına da tahsis etmeye de mühim bir hisse çıkarmaktır. Onun için hayrı yalnız kendine istemek, niyet selameti değildir. Resûlullah Efendimizin buyurduğu gibi: Kendiniz için istediğiniz bir iyiliği, diğer mümin kardeşleriniz için de istemek gerek. Bunu yapmayan kamil mümin olamaz.
Fiil selametine gelince, fiil selameti, niyet selametinin dış tezahürü ve fiili neticesidir. Onun için yalnız niyet selametinde kalmayıp bunu fiile geçirmek, tatbik sahasına koymak lazımdır. Resûlullah Efendimizin buyurduğu gibi: İnsanın hayırlısı insanlara hayrı dokunandır, insanın şerlisi insana şerri dokunandır. Mekarim-i ahlak sahibi olmayan kimse her ne kadar insan kisvesine bürünmüşse de insan değeri taşımaz.
Gerek bir ferde gerek bir cemiyete nizam veren, ahlak kanunudur. Mükafat ve mes’ûliyet fikri de bu kanunu teyit eder.
Mes’ûliyet fikri nedir? Ahlaki vazife ve vecibeler ifa olunduğu takdirde, gerek vicdan gerek Allah huzurunda mes’ul olmak endişesidir (yani her mesul olduğumuzu zannettiğimiz kişide aslında Allaha mesul oluyoruz).
Mükafat fikri nedir? Ahlaki vazifeler ifa edildiği takdirde şahsi vicdanın ferahlamasına ve amme vicdanının iltifat ve medhine, Cenab-ı Hakk’ın da rızasına ümit bağlamaktan ibarettir. Onun için de insanı insan eden, dünyada ve ahirette yüzünü ağartan, mekarim-i ahlaktır vesselam. Onun başında da Allah korkusu gelir.”
*
_Resûlullah, levlâk sırrına mazhar olmuşken, ben ahlâkı tamamlamak ve kemâle erdirmek için gönderildim, buyuruyor. Ne tevâzû…
_”Bu hadis-i şerif’ten maksat, ahlâkın kendinde tamamlanmış olduğunu söylemek değil, ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini anlatmaktır. O zamana kadar gelip geçmiş nebiler bir göl gösterdilerse ben bir umman göstermek için geldim, demektir.
İncil’de Hazret-i İsa: Bir yanağına vurdukları vakit ötekini de uzat! Diyor. Fakat iş orada kalıyor, mânâlar deryâsının ummanını ise Resûllullah söylemiş bulunuyor.
Gıybet etmemek, tecessüs etmemek, yalan söylememek, riyâ yapmamak hep edebin çerçevesi içine dahildir. Benim bir kimseye yaptığım iyiliğe karşı onun kötülükle mukabele etmesinin üstünde duramam, çünkü vazifem değildir. Ondan iyilik beklemek, kadrini bilmedi demek de edebsizliktir. Sen sana düşeni yap, varsın o da kendine düşeni yapsın. Çünkü o, buna âlet olmuş, sen de ötekine. İş, onun bilmesinde değil, Allah’ın bilmesindedir. Senin sana düşeni yapman ibadettir. Onun da kendine düşeni yapması ibadettir. Halbuki o iyiliği yapan sen değilsin. O kötülüğü yapan da o değildir. Bu âlem sahnesinde oynanacak piyesten her ikiniz de, istidadınıza göre verilen rolün icaplarını yerine getiriyorsunuz.
Hâsılı edeb, illâ edeb…
Edebsizlik, ister zâhir fiiller ile tahakkuk etsin, sirkat (hırsızlık) gibi, dolandırıcılık gibi… ister kavli fiil ile tahakkuk etsin, gıybet gibi, fassallık (herkesin ayıplarını ve kusurlarını diline dolayıp zemmeden, sayıp döken, dedikoducu) gibi, yalan gibi…
Netice itibariyle bunların her ikisi de müsavidir. O da haram, bu da haram. Zinâ etmek nasıl haram ise, gıybet etmek de öylece haramdır.”
*
Kimseyi incitme, kimseden incinme, sabret, sükût eyle, hazımlı ol, Allah’ın işine karışma, içindeki kötü huyları atmaya, onların yerine salih ameller koymaya bak! Allah’ın mahlukatına şefkat eyle! Çünkü her zerre Hakk’ın tecellisine mazhardır. Su gibi girdiğin kabın şekliyle şekillen, uysal ve munis ol! Sen nerede olsan Allah seninledir. Sen onunla olmaya dikkat et! Araya pürüz sokma! Nefis denen şey yamandır. Bahusus yakınlık görürse, cadılık etmek ister. Sakın büyük laf söyleme. O nefis öyle yamandır ki, yakarsın yakarsın gene dirilir. Cenab-ı Hak, Şazeli Hazretleri’ne: Sen benim seçkin kulumsun, fakat yine nefsinden emin olma, buyuruyor.
Bir gün Resûlullah Efendimiz şeytanla karşılaşır: Nereye gidiyorsun? diye sorar.
İnsanları yoldan çıkarmaya der. O zaman Resûlullah Efendimiz: Ben güzel ahlakı bildirmek üzere gönderildim. Fakat hidayetten bende birşey yok. Şeytan da günah işletici olarak gönderildi. Fakat onda da dalaletten bir şey yok,buyurur.
Hz. Pir, domuza, sabahın hayır olsun diye selam verdiği zaman sebebini soranlara, dilimi iyiliğe alıştırıyorum, diye cevap verirdi.
Bütün yaratılmışlara Hak nazarıyla bakarsan her şey sana fayda verir.”
*
Samiha Hanım:
_Hazret-i Ayşe’den, Resûlullah Efendimizin ahlâkını sormuşlar. Cevap olarak: Siz Kur’an okumuyor musunuz? Resûlullah’ın ahlâkı Kur’an’dı! Buyurmuş.
_”Evet… Cenab-ı Hak da Resûlullah Efendimiz hakkında: Muhakkak ki en yüce, en güzel ahlâk üzre yaratıldın buyuruyor.